Hayatı keşfet!

Biz kimiz?


İrlanda'da ve Türkiye'de yaşayan iki kardeş... Gündemle, hayatla ve yaptıkları seyahatlerle ilgili gözlemlerini yazıyorlar. Limanlarından ayrılıp keşfedilmeyenlere ulaşmaya çalışıyorlar.

Son yazıları okudun mu?


Yeni yazılar anında email'ine gelsin!


İletişimde kalalım!


Sağlıkla kalın…

Cemal BüyükgökçesuCemal Büyükgökçesu

Bugün babamın rahatsızlığı nedeniyle, Türkiye’nin ve dünyanın en seçkin ve başarılı doktorlarının da çalıştığı ülkemizin en önemli 2 üniversite hastanesindeydim.

Daha önce de hasta ziyareti vs. gibi nedenlerle de bu kurumlara gelmiştim; ama bugün daha önce farketmediğim birçok (ve genelde olumsuz) izlenimle ayrıldım ülkenin önemli bu 2 kurumundan.

***

İlk izlenimim operasyonel işleri yürüten (vezne, kayıt vs…) kişiler ile ilgili.

Hasta ve hasta yakınlarıyla ilk teması kuran bu kişilerin etraflarına herkesten çok daha fazla pozitif enerji vermeleri, yani güleryüzlü, anlayışlı, sabırlı olmaları gerekmez mi?

Çünkü kimbilir hangi dermansız hastalıkla boğuşan, hangi sevdiğini kaybetmenin eşiğinde olan, veya hangi dertlerin pençesindeki ve belki de son bir umutla tıptan çare uman binlerce insanın ilk duraklarıdır buraları uzun ve belki de sonu kötü bitecek yolculukta.

Son gücün toplanacağı, enerji ve umut vermesi beklenen yolculuk başı durakları gibidir buraları.

Oysa ziyaret ettiğim her 2 kurumda da “benim karşılaştığım” operasyonel işleri yürüten görevlilerin önemli bir kısmı hayattan bezmiş, sabırsız, ukala, ters ve negatif enerji dolu kişilerdi maalesef. Değil ufacık bir tebessüm sunmayı, sorulara cevap verme nezaketini göstermekten bile aciz, hasta yakınlarına neredeyse düşman gözüyle bakan (hatta bakma lütfunu bile göstermeyen) insanlarla karşılaştım.

Burada kesinlikle bir genelleme yapmıyorum. Bana tesadüf eden bir azınlıktan bahsediyorum. Öyle olmasını istiyorum, umuyorum.

***

Diğer bir izlenimim de bu kurumların fiziksel olarak içinde bulundukları içler acısı durumla ilgili.

Bir önceki yazımda “engelli vatandaşlar” ile vurguladığım “insana değer vermek” kavramının anlamsızlaştığını bu kurumlarda gördüm.

Belki de yüzlerce metre mesafe katederek bir diğerine ulaştığınız polikliniklerin bulunduğu komplekste, değil engellilerin ve hastaların, en sağlıklı insanın bile aşmakta zorluk çekeceği merdivenlerden çıktım, yokuşları tırmandım. Arabaların parkettiği ve yolu tıkadığı kaldırımlardan “neredeyse yarım metre aşağıda kalan” asfalta atladım, devam ettim taşıtlarla yanyana.

Hasta ve hasta yakınlarının içinde bulundukları durumu bir kenara bırakıyorum, buralarda görev yapan personelin çalışma ortamı bile bu kurumların isimlerinin saygınlığının yanında o denli utandırıcıydı ki…

Spor salonu büyüklüğündeki bir odanın en ucuna konmuş tek bir masada size tahlil sonuçlarını veren görevlinin, açıktaki (belki de elektrik kaçıran) binlerce kablo ve priz arasında, ve odanın farklı yerlerine yığılmış “molozumsu” eski sandalye ve masa kalıntıları içerisinde nefes almaya çalıştığına şahit oldum mesela.

Sonra kendi kendime kızdım, bu insanların hayattan bezmiş görüntülerinden şikayet etmeye hakkım var mı diye?!

***

Sayfalarca yazabilirim.

Yazdıkça içim daraldığından, ve bugünün de haftanın en keyifli günlerinden biri olmasından, ve sizlerin de bu mutlu Cuma akşamında böyle bir iç karartıcı yazıyı haketmediğinizi düşündüğümden kesiyorum burada.

Sağlıkla kalın!

2009'dan beri yurtdışında yaşayan Cemal, London School of Economics’teki yüksek lisansının ardından Google’da çalışma hayatını sürdürüyor. Çok fazla bilinmeyen yerlere seyahat edip farklı yaşantıları keşfetmek en büyük hobisi. Ayrıca bir yüzme tutkunu: Her gün (istisnasız) 2.5 km yüzüyor.